
Seçmelerİn Parıltılı Yüzü, Karanlık Gerçeğİ
Her yıl binlerce çocuk, ellerinde küçük valizleriyle Türkiye’nin dört bir yanından gelir futbol seçmelerine. Kimisi bir kulüp tesisinde, kimisi bir belediye sahasında, kimisi de toprak bir zeminde şansını dener. Herkesin amacı aynı: belki bir antrenör fark eder, belki hayat değişir. Ancak bu parıltılı sahnenin arkasında, büyük bir plansızlık ve duygusal yıpranma gizlidir.
Çocukların yıllarca kurduğu hayal, birkaç saatlik performansa indirgenmiştir. Sahaya çıkan her çocuk, sanki hayatının sınavına girmiş gibidir. Kimi hava koşullarından, kimi stresin ağırlığından etkilenir. Oysa futbolun özü bir süreçtir, bir oyun ve gelişim yolculuğudur. Türkiye’deki seçme sistemleri ise bu yolculuğu bir gösteriye çevirmiştir. Sosyal medyada “yeni yetenek” paylaşımları yapılırken, perde arkasında hangi çocuğun nasıl takip edileceğine, nasıl destekleneceğine dair hiçbir plan yoktur.

”Bİr günde hayal kurdurup, bİr gecede unutan sİstem”
Umut Otobüslerİ
Aynı manzara tekkerür eder…
Bir sabahın erken saatlerinde, minibüsler kalkar memleketin dört bir yanından.
Biri Kars’tan yola çıkar, biri Edirne’den, kimi Akdeniz’in bir köyünden.
Hepsinin içinde aynı sessizlik, aynı umut:
Bir çocuğun kaderi bugün değişecek umudu.
Sırtında forma, elinde naylon bir çanta.
Sırtında forma, elinde naylon bir çanta.
Yan koltukta annesinin hazırladığı sandviç,
gözlerinde stadyum ışıklarının hayali.
Babanın gururlu bakışları okşar bir yol boyu
O gün, herkes inanır: “Belki bu kez olur.”
Ve bu cümle, Türkiye’de futbolun en acı gerçeğidir.
Bİr Günde Hayal Kurup, Bİr Gecede Unutmak
Sahaya adım atan çocuk, sanki dünyanın merkezindedir.
Küçücük yüreğiyle koca tribünleri dolduracak kadar cesurdur.
Ama orada, o sahada kimse onun hikâyesini bilmez.
Adını, nereden geldiğini, o formayı almak için nelerden vazgeçtiğini.
Çünkü seçmeler artık bir vitrin;
çocuklar ürün, organizasyonlar reklam panosu.
Kameralar kayıtta, dronlar havada, afişler parlak.
Ve her şeyin ortasında bir çocuk,
kimsenin bakmadığı bir topun peşinde geleceğini kovalıyor.
Bir Günü Kahraman, Ertesi Gün Unutulan
Bir antrenör omzuna dokunur: “Aferim evlat.”
O an, hayatının en büyük onayıdır o çocuk için.
Ama bir kaç hafta sonra o antrenör başka kulübe gider.
Listeler değişir, notlar kaybolur, aramalar kesilir.
Ne arayan vardır ne de hatırlayan.
Bir zamanlar “geleceğin yıldızı” denilen o çocuk,
şimdi sıradan bir istatistiğe dönüşmüştür.
Türkiye’de futbol, sistemle değil, tesadüflerle işler.
Ve tesadüflerin ülkesinde adalet, hep bir sonrakine ertelenir.
Şehİrden Şehre Umut Turları
Bir baba minibüsün önünde sessizce sigarasını içer.
Bir anne çocuğunun ayağına dua gibi üfler: “Allah yardım etsin.”
Bir günlüğüne profesyonel hisseder o çocuk —
forma üzerinde arma, ayakkabısında toz.
Akşam olunca herkes aynı otobüse biner,
bu kez biraz daha yorgun, biraz daha sessiz.
Cebinde fatura, elinde katılım sertifikası,
gözlerinde “belki bir dahaki sefere” diye titreyen bir umut.
Ama o bir dahaki sefer, her yıl biraz daha uzaklaşır.
Gösterİ Sahasının Oyuncuları
Bugün seçmeler sadece futbolcu değil, “içerik” de üretir.
Sosyal medyada koca harflerle yazar: “Geleceğin yıldızlarını arıyoruz!”
Oysa aranan şey yıldız değil, izlenme sayısıdır artık.
Bir çocuğun teri, bir dakikalık video kurgusuna dönüşür.
Gerçek futbol, ekran ışığında kaybolur.
Ve biz, bu gösteriyi izlerken kendi sessiz suç ortaklığımızı fark etmeyiz.
Çünkü umut satmak, umut kurmaktan daha kolaydır.
Bir Günü Kahraman, Ertesi Gün Unutulan: Seçme Çocuğu
Türkiye’de sürdürülebilir bir “oyuncu yolu” hâlâ yok. Kulüpler çoğu zaman çocukları kısa vadeli vitrinler olarak görüyor. Beğenilen çocuk bile sisteme dâhil edildiğinde, bir sonraki aşamada nasıl eğitileceği, hangi antrenman planına tabi tutulacağı belirsiz. Bu nedenle Türkiye’de çok yetenekli ama yönsüz kalan binlerce çocuk, zamanla futboldan uzaklaşıyor. Çünkü sistem onları yıldızlaştırmak için değil, bir anlık “umut görüntüsü” yaratmak için kullanıyor.
Ama o beş dakikada bir ülkenin vicdanı ölçülür.

13 Yaşında Transfer Etİketİyle Büyüyen Nesİl
Son yıllarda ise işin boyutu daha da değişti. Artık seçmelerde başarılı olan çocuklara “transfer” etiketi yapıştırılıyor. Sosyal medyada “X kulübü 13 yaşındaki yıldız adayıyla sözleşme imzaladı” gibi başlıklar dolaşıyor. Oysa o çocuk hâlâ gelişim çağında; bedensel, psikolojik ve sosyal olarak henüz olgunlaşmamış. Ailesi, okulu, eğitimi çoğu zaman bu “etiketin” gölgesinde kalıyor.

Gerçek Ne?
Ama o beş dakikada bir ülkenin vicdanı ölçülür. Bir çocuk sahaya çıktığında yalnızca topa vurmaz; hayal eder, umut eder, belki de hayatında ilk kez kendini gerçekten görünür hisseder.
O birkaç dakikalık koşuda, tribündeki babasının sessiz gururu, annesinin dua eden bakışı, antrenörün kısa notları, hepsi bir araya gelir. Ve o an, sadece bir spor sahası değildir — bir toplumun adalet, fırsat ve emeğe saygı anlayışının aynasıdır.

Bir baba, çocuğunun heyecanını bastırmaya çalışırken, aslında kendi gençliğini ve kaybolmuş hayallerini de hatırlar.
Bir antrenörün defterine düşülen tek cümle, bir çocuğun geleceğini, bir ailenin umudunu, bazen de bir kentin hikâyesini belirleyebilir.
Ne geri dönüş olur, ne bir yönlendirme.
Bir ülkenin en değerli sermayesi olan çocuklar, sistemin eksiklikleri arasında kaybolur.
Ve biz, bunu “futbolun doğası” diyerek normalleştiririz.

Bir ülke, en çok sahadaki çocuklarına nasıl davrandığıyla ölçülür.
Adil mi, sabırlı mı, vizyoner mi, yoksa sadece günü kurtaran bir kalabalık mı?
Bu sorunun cevabı, seçmelerdeki o birkaç dakikada gizlidir

Devam Edecek:
Bu yazı, dört bölümlük serimizin ilk adımı.
Bir sonraki yazımızda, “Türkiye’de futbol seçmeleri nasıl olmalı, çocukların gelişimi nasıl korunabilir?” sorularına yanıt arayacağız. Sadece sistemi değil, zihniyeti de konuşacağız. Gerçek çözümün, iyi niyetten çok daha fazlasını gerektirdiğini; plan, etik ve vizyonla mümkün olduğunu tartışacağız. Çünkü eğer bir ülke çocuklarını doğru yetiştiremiyorsa, hiçbir seçme gerçekten kazanılmış değildir.